Karintak, Dağlık Karabağ’da durum, 1992

1953

Tatul Hakobyan’ın Karabağ güncesi; Yeşil ve Siyah kitabınden alıtı, On dördüncü bölüm

Savaşın son bulmasından yıllar sonra dâhi Karintak’ta her hikâye savaşla başlayıp, savaşla sona ermektedir. Seryoja Ağabyan anı plaketlerinin yanında durmuş anlatıyor “İşte bu benim 18 yaşındaki oğlum. Artur, Martakert’te vuruldu. İşte bu da kardeşimin oğlu Garnik, 20 yaşındayken vuruldu. Bu ikisi de amca çocuklarım, bak biri karısıyla. Onlar da öldürüldü”.

Rus Tatyana Aruşanyan, savaşta kocasını ve oğlunu, Seda Margaryan ve Arusyak Ağabyan iki çocuklarını, Seda Arakelyan oğlunu ve 14 yaşındaki kızı Marine’yi, Siran Hovhannisyan ise iki oğlunu ve iki torununu kaybetti. Üçüncü oğlu, Grişa Hovhannisyan ise Karintak’ın muhtarı. “Karintak, bu savaşta 33 şehit vermiştir. Benim iki kardeşim de hayatını kaybetti. Alyoşa’yı 28 Aralık 1991’de gece vakti gömdük, çünkü gün içinde köyde hareket etme imkânı yoktu, Şuşi’den devamlı ateş ediyorlardı. Diğer kardeşim Mişa, bir ay sonra vuruldu, 26 Ocakta”,- diye anlatıyor Hovhannisyan.

Karintak, Azerbaycanlılar tarafından Taşaltı olarak anılmaktaydı, daha sonra ise “Kanlıdere” olarak anıldı. Yaklaşık 700 kişilik nüfusa sahip olan köy iki sefer işgal edilmek istendi. 26 Ocak 1992’deki son deneme esnasında Azerbaycan birlikleri Karintak yakınındaki Şuşi vadisinde bozguna uğratıldı. 1991 Temmuzunda Dağlık Karabağ’da bulunan Arkadi Ter-Tadevosyan şöyle yazmaktadır “Karşı taraftan bilfiil saldırıya katılan 180 asker vardı. Operasyonu Şuşi’ye gelmiş olan Azerbaycan savunma bakanı Taceddin Mehdiyev yönetmekteydi, Bakû askeri lisesinde onunla birlikte okumuştuk. Karşı taraf savaş alanında 92 ölü vererek bozguna uğratıldı”.

Mehtiyev, bu yenilgi sonucunda sadece 8 Mayıs 1992’ye kadar Azerbaycan silahlı güçlerinin Dağlık Karabağ’daki en önemli askeri noktası olan Şuşi’yi değil, bakanlık koltuğunu da terk etmeye mecbur olur.

“İki düzenli tabura karşı 40 otomatik silah, onlarca av tüfeği ve el yapımı tüfek vardı. Çatışma yarım günden fazla sürdü. 26 Ocak çatışmasında Karintak 22 kurban verdi, bunların 12’si köyün yerlileri, diğer 10’u ise komşu köylerdendi. Azerbaycanlılar Şuşi tarafından devamlı ateş ettiklerinden dolayı Karintaklı kurbanları köyde gömme imkânı olmadı. Onları Stepanakert’te gömdük ve 1993’te 12 naşı Karintak’a getirdik”, -diye anlatıyor köyün savunma günlerinde yaralanan Hovhannisyan.

26 Ocağın kendileri için keder günü olan onlarca Azerbaycanlı ana, her yıl bu günde toplanıp çocuklarının yasını tutuyor. İçlerinden bir kısmı ilk defa Dağlık Karabağ’a gelmekteydi. Karintaklı Zoya Dzaturyan’ın 25 yaşındaki oğlu Garnik çatışmadan eve dönerken vurulur. Bayan Zoya, Karintak’ı işgal etmek için gönderilip köyde ve çevresinde vurulan onlarca Azerbaycanlı genç için üzüntü duymakta, “Genç çocuklardı”, -diyerek ağlamaktadır.

Karabağ savaşı önümüzdeydi. Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonucunda bağımsızlığını elde eden Ermenistan, Azerbaycan ve günümüze kadar tanınmamış Dağlık Karabağ, başka bir yolun bulunmadığından emin olduklarından dolayı savaşı seçti.

Belki de yoktu.

Büyük bir ihtimalle yoktu.

Taraflardan her biri kendi adaletini elde etmekle ilgilenip, binlerce şehit, on binlerce yaralı ve yüz binlerce göçmen ile kaçaklarla karşılığını ödemeye hazırdı.

Ermeniler ve Azerbaycanlılar, aralarındaki sorunları silahla çözme konusunda tarihi tecrübeye sahipti. Yirminci yüzyıl başında, 1905-1906 yıllarında, daha sonra da 1918-1920’lerde Ermeni-Tatar çatışmaları ve katliamları meydana gelmişti. Birinci Ermenistan Cumhuriyeti’nin son başbakanı olan Simon Vratsyan, bu katliamlardan birini tanımlamaktadır. “İngiliz temsilciliği ve Azerbaycan komutanlığının gözleri önünde Türk ve Kürt silahlı güruh Şuşi’nin iki mil ötesinde bulunan büyük Ermeni köyü Ğaybalikent halkını kılıçtan geçirdi. Savunmasız kadın ve çocuklara yönelik duyulmamış vahşet uygulandı. Birkaç yüz kişi öldürüldü, köy yağmalandı ve yerle bir edildi. Yakınlardaki Ermeni köyü Kırkıjan’ın ahalisi beyaz bayrak çekerek Khankend’deki tümen komutanından yardım dilemeye gider. Başlarında bir subayla Khankend’den gönderilen birlik, Ermenilere, mallarını komşu Türklere teslim ederek Khankend’e taşınmayı önerir. Söylendiği gibi yapılmasına rağmen Kırkıjan yine de yıkılıp yağmalanır”.

Vratsyan’ın andığı olaylardan onlarca yıl sonra, artık Azerbaycanlıların yaşadığı Kırkıjan, 19-20 Ocak 1992’de Karabağ birlikleri tarafından tekrar ele geçirilir. Lakin Stepanakert’te durum hâlâ ciddiydi. Şehir, sadece Ermenistan’la olan kara yolundan kesilmekle kalmamış, dört yandan da Azerbaycanlıların yerleşim yerleriyle kuşatılmıştı. Doğum hastanesi Yüksek Sovyet binasına, askeri hastane ise hükümet konağına taşınmıştı.

“1991 Aralığından itibaren Stepanakert de bodrumlara indi. 13 Ocak 1992’de Grad obüsünün ilk atışlarıyla Şahumyan’ın, 10 Ocaktan itibaren de Stepanakert’in yıkımı başladı. Karabağ’a un ve yakacak getiren helikopterler her uçuştan sonra kadın, yaşlı, çocuk ve hastaları götürüyorlardı. Stepanakert’te işsiz-güçsüz yaşayanlara rastlamak imkânsızdı. Şehir bodrumlarda yaşıyor, bodrumlarda doğuruyor, bodrumlarda ölüyor, yaralıları bodrumlarda ölümden kurtarıyorlardı”, -diye anlatıyor Zori Balayan.

Abluka altındaki Dağlık Karabağ, bir taraftan karşı tarafın saldırılarına, diğer taraftan ise baş gösteren açlık ve belirsizliğe karşı direniyordu. Stepanakert’le olan tek bağlantı hava yoluydu. Artsakh’ta o günlerde çok şeyin eksikliği çekiliyordu, bunlardan biri de iç barıştı. Bununla birlikte, amansız ve kanlı bir savaşın içine sürüklenmiş olan bu ülkenin 100 bin kişilik cesur halkı yedi milyonluk Azerbaycan’ın önünde dize gelmeyi reddederek karşı koyuyordu.

Gazeteci Geğam Bağdasaryan, 1992-1993 yılları arasında Dağlık Karabağ Cumhuriyeti parlamentosunun basın hizmetleri yöneticisiydi. Parlamento başkanı ve tanınmamış ülkenin yöneticisi ise Daşnak partisinden Artur Mıkırtiçyan’dı. “Çok zor zamanlarda görev yaptı. Sadece savaşı kastetmiyorum. İç bölünme de vardı. Buna bir de Ermenistan yönetiminin tutumunu ekleyebiliriz. O zamanlarda Ermenistan yönetimi onu kabul etmedi ve hukuki, seçilmiş yönetimle işbirliği yapmak yerine farklı fiili güçlere dayanarak, onları hukuki yönetime bir denge unsuruna dönüştürdü. Savaş durumunda bulunan Artsakh’a etki yapma imkânı çoktu, fakat en gerçeği ve en hissedileni… benzindi. Ermenistan’dan gönderilen benzin seçilmiş yönetime değil, Ermenistan’ın üst düzey idarecilerinin yakınlarına verilmekteydi”,- diye anımsıyor Bağdasaryan.

Dağlık Karabağ’ın o zamanlardaki başbakanı Oleg Yesayan şöyle anlatmaktadır. “Parlamento ve hükümet yöneticileri çok zor şartlar altında seçildi. Ermenistan’da, EDF ve EMH arasında ciddi bir mücadele vardı. Ter-Petrosyan’ın iktidarı birçokları tarafından doğal olarak kabul edilmesine rağmen EMH, bir teşkilat olarak Dağlık Karabağ’da yoktu. Ermenistan’da vuku bulan herhangi bir olay doğrudan veya dolaylı olarak Dağlık Karabağ üzerinde etki yaratıyordu. Artur Mıkırtiçyan parlamento başkanı olarak seçildi. Benim başbakan seçilmem karşılıklı tavize bağlıydı. Az veya çok tecrübeye sahip biri olacaktı başbakan. Ben bölge komitesi başkanının birinci yardımcısıydım ve ekonomik kısmı yönetiyordum. Sübjektif olarak, EDF bana kesin karşı değildi, diğer kanat ise taraftardı”.

“Diğer kanat” Yerevan’dan destek ve… benzin alanlardı. Ter-Petrosyan, Artsakh’ta faaliyet gösteren taraftarlarından Robert Koçaryan’ı, Serj Sargısyan’ı, Murad Petrosyan’ı ve diğerlerini “Ermeni Milli Hareketi’nin yerel ağı” olarak adlandırmaktaydı.

28 Aralık 1991’de Dağlık Karabağ’da parlamento seçimleri yapılır ve çoğunluk seçim sistemiyle 75 kişilik parlamento şekillenir. Azerbaycanlılar, 10 Aralık referandumunda olduğu gibi, bu seçimlere de katılmaz. Bir buçuk yıl önce Ermenistan’da yapılan parlamento seçimlerinde EMH’nin, Ekim 1991’deki başkanlık mücadelesinde ise Ter-Petrosyan’ın zafer kazanmasının aksine Karabağ’daki dengeler farklıydı ve seçimlerden EDF galip çıktı.

Eski EDF’li Manvel Sargısyan, partinin galibiyetini şöyle açıklamaktadır, “Bölge komitesi zamanında Hareketin aktif üyeleri Daşnaklarla birleşti. Ben ve Arkadi Karapetyan, Karabağ’daki ilk EDF’liler ile Emil Abrahamyan’la diğerlerini angaje edenleriz. Hareketteki arkadaşlar, yaklaşık 120 kişi, EDF’li oldular, yani EDF, Hareketin aktif üyelerini kendi bünyesine kattı. Bu komite 1991 sonunda Dağlık Karabağ yönetimine geldi ve silahlı direnişi düzenlemeye başladı”.

Ermenistan parlamentosunda savunma konularında komisyonu yöneten Vazgen Sargıysan 1991 Temmuzunda Arkadi Ter-Tadevosyan’ı Dağlık Karabağ’a yollar. Sovyet ordusunun bu subayı, yeni kurulan Savunma Komitesi’nin yöneticisi Serj Sargısyan’a tabi olma emri almıştı. Ter-Tadevosyan’a iki temel görev verilmişti. Birincisi, EMH ve Dağlık Karabağ Savunma Komitesi tarafından desteklenen tüm gönüllü gruplarının komutanlığını üstlenmek, ikincisi ise, farklı siyasi parti ve kuruluşlar tarafından oluşturulmuş ve Artsakh’ta faaliyet gösteren tüm öz savunma birliklerini genel bir komutanlık altında birleştirmeyi denemek ve bunların askeri operasyonlarını sistem altına almaktı.

“91 yazında, Artsakh’ta ortak bir komutanlık hâlâ yoktu ve bu durum organizasyonla ilgili sorunların sonucu olmaktan çok, siyasiydi. Öncül siyasi güç, EMH ve onun Artsakh’taki taraftarları ile sert mücadele içinde olan Daşnaktsutyundu. İki rakip siyasi güç tarafından kontrol edilen birlikler farklı kanallar vasıtasıyla Ermenistan’dan silah ve mühimmat elde ediyor, birbirlerine güvenmiyor ve askeri operasyonları bir sistem dâhilinde düzenlemiyorlardı”,- yazıyor Ter-Tadevosyan.

Ter-Tadevosyan’ın verilerine göre 91 yazında Dağlık Karabağ bölgesinde faaliyet gösteren gönüllü birliklerinin %80’i yerel güçlerden ve sadece %20’si Ermenistan’dan gelenlerden müteşekkildi. EDF kontrolü altında bulunan birlikler çoğunluğu teşkil ediyor ve silahla mühimmatı parti kanalıyla elde ediyorlardı. Daşnaktsutyuna ait birliklerin içinde en büyüğü ve en iyi teşkilatlanmış olanı Aşot Ğulyan’ın birliğiydi. Daha farklı kuruluşların desteğine sahip birlikler de vardı. Leonid Azgaldyan’ın Azatagrakan Banak (Kurtuluş Ordusu) adlı birliği Ter-Tadevosyan’ın sözlerine göre savaş gücü açısından en göze çarpanıydı. Sonbaharda, farklı siyasi güçlerin kontrolü altında bulunan birliklerin birleşmesi başladı.

“Aşot Ğulyan ve Vladimir Balayan Martakert’te bulunan Ter-Tadevosyan’ı fark edip Hadrut’a getirdiler, akabinde de Ter-Tadevosyan 30-31 Ekim 1991’de Toğ Köyü’nün ele geçirilmesini düzenledi. Bundan sonra Daşnaklar Ter-Tadevosyan’la daha sıkı çalışmaya başladılar. O dönemde Ter-Petrosyan Dağlık Karabağ’da olanları ilk defa olarak ciddiye alıp ilk ciddi yardımı yaptı”,- diyor Manvel Sargıysan.

Öz savunma güçlerinin ilk komutanı, Daşnak Arkadi Karapetyan, yerini Ter-Tadevosyan’a bırakır. 91’in Ekim-Aralık aylarında, yaklaşık aynı oranda Ermeni ve Azerbaycanlı nüfusa sahip olan Toğ haricinde, Dağlık Karabağ’ın diğer yerleşim yerlerinde de çatışmalar sürmekteydi. Karabağ güçleri Kasımın ilk yarısında rakibin Hadrut ve Martuni bölgelerindeki ateş noktalarına karşı baskı uygulayıp “Çember” operasyonu sonucunda işgal edilmiş olan Hadrut’taki Ermeni köylerini geri alır.

Vladimir Balayan ve Aşot Ğulyan komutasındaki öz savunma güçleri, ateş noktalarına dönüşmüş olan Azerbaycanlıların yerleşim yerlerinden Camillu’yu Aralık ortalarında ele geçirir. 23 Aralıkta Jirayr Sefilyan ve Vladimir Balayan ile çevre köylerin nefsi müdafaa birlikleri altı saatten uzun süren bir çatışma sonucunda Askeran Bölgesi’nin bir diğer köyü olan Lesnoy’u ele geçirip karşı tarafın ateş noktalarını ortadan kaldırır. Azerbaycan güçleri onlarca ölü ile ciddi kayıplar verir.